top of page

"YARIN ÇOK GEÇ OLMAKLA MEŞHURDUR..."

Birkaç gün önce sosyal medyada gezinirken bir arkadaşımın bir paylaşımına denk geldim.

Siyah zemin üzerine beyaz puntolarla yazılmış uzunca bir yazı.

Dikkatimi çekti. Sonuna kadar okuma isteği oluştu bir anda içimde.

Bir sosyal deney olduğundan bahsediyordu yazıda. Teknolojiye bu denli kapılıp gittiğimiz günlerde acaba bu yazıyı sonuna kadar kim okuyacak, merak ediliyordu.

Okuyanların, yazının sonunda paylaşan kişi hakkında düşüncelerinden oluşan birkaç cümle ile dönüş yapmaları isteniyordu.

Yazıyı sonuna kadar okuduktan sonra paylaşımı yapan arkadaşımı düşündüm birkaç saniye.

Onu düşününce aklıma gelen şeyler nedir? diye yokladım içimi. Ve paylaşımına cevap olarak ‘’iyi bir öğretmen ve anne’’ yazdım. Evet aklıma gelen ilk özellikleri bunlardı. Bir dönem aynı öğretmenler odasını paylaşmış olmamız, sonrasında annelik üzerine yaptığımız bazı fikir alışverişleriydi sanırım bunları çağrıştıran.

Öğretmen ve anne sözcükleri geçmişin güzel anılarını da bir anda zihnimde canlandırmıştı.

Her teneffüs öğretmenler odasında bir araya gelip diğer ders neler işleyeceğimiz üzerine yaptığımız hoş sohbetler, bir etkinlik bulduğumuzda diğer arkadaşlarında sınıflarına uygulamaları için fotokopi makinesi önünde oluşturduğumuz sıralar, sınıflarımızın başarı seviyelerini arttırmak için yaptığımız sevimli çekişmeler. Ve öğretmenliklerin yanı sıra özel anlarımızı paylaşarak oluşturduğumuz arkadaşlıklar, dostluklar. Gülümsediğimi fark ettim.

İlk başta siyah zemin üzerine yazılan uzunca bir yazı olarak gördüğüm metin şimdi daha bir önemli hale gelmişti. Birkaç saniyede arkadaşımı çağrıştıran cümleleri bulmak için düşünmem bana güzel anıları da beraberinde getirebilmişse bu sosyal deneyi bende paylaştığımda geri dönüşler nasıl olacak? acaba diye düşünmeden de kendimi alamadım.

Yazıyı sonuna kadar okuyup dönüş yaptığım için yazı metnini bana da gönderdi arkadaşım. Ve bende aynı formatta paylaşımı yaptım.

Yazıyı sonuna kadar okuyup dönüş yapan ilk kişiden şöyle bir cevap geldi;

‘’Kitap okumayı sevmeyen birçok kişi var, umarım sonuç alırsınız.’’

Bir anda hevesle yaptığım sosyal deney paylaşımına olan bakış açım karamsarlıkla kaplandı. Takipçi listemi gözden geçirmeye başladım zihnimde. Sanırım haklıydı kim sonuna kadar böylesi uzun bir metni okuyacak, sonrasında da benimle ilgili düşüncelerini birkaç cümleyle yazıp gönderecekti ki?

Telefonu bıraktım bir kenara, kitap ayracımı kitaba kaldığım yerden devam etmek için kitap arasından çıkardım ve kitabımı okumaya devam ettim.

Kimse okumasa da ben okurum der gibi.

O anda orta okulda haftanın bir günü Türkçe derslerinin birinde yaptığımız okuma saatleri geldi aklıma.

Okul kütüphanesinden okumak için imza karşılığı aldığımız kitaplar. Kim daha önce bitirecek diye arkadaşlarla olan tatlı çekişmelerimiz ve öğretmenimizin anlattığı yazarların kitaplarını kütüphane raflarında bulup okumak için heyecanlandığımız anlar.

O dönemlerde tuttuğum günlüklerin ilk sayfaları genelde okuduğum kitapların isim listesi olurdu.

Her günlükte okuduğum kitap listeme birkaç tane daha fazla eklemek için uğraşırdım.

Birkaç sayfa fazla okuyabilmek için uykusuz kaldığımız günler. Kendi kitaplığımızı oluşturacak güçte olmasak da, okul kütüphanesinin raflarında bulunan bir çok kitaba sahip olduğumuz günler.

Geçen zamanda ‘’kitap okumayı sevmeyen birçok kişi’’ tabirine sahip olacak ne olmuştu ki?

Kütüphanelerin sayısı mı azalmıştı?

- Hayır.

Peki okumaya teşvik eden öğretmenlerin mi sayısı azalmıştı?

-Hayır.

Cevabı sosyal deneyin içinde buldum aslında. Teknolojinin gelişimi ile azalan bazı alışkanlıklarımız diyordu.

Tekrardan telefonu aldığımda elime ekranda biriken bildirimleri fark ettim. Mesaj kutum dolmuştu neredeyse. Küçük çaplı bir şaşkınlık sonrasında deneyin içindeki ‘’metni sonuna kadar okuyanların benim hakkımdaki fikirlerini birkaç cümle ile yazmalarının’’ istendiği bölümü geldi aklıma.

Tabi ilk sevincim metni sonuna kadar okuyanların çoğunlukta olmasına geldi.

Demek ki hala okumayı sevmeyenler kısmında olmayan kişiler vardı. Ve bu oldukça sevindiriciydi.

Ve gelelim hakkımdaki cümlelere…

Öyle güzel kelimeler kullanılarak oluşturulan cümleler vardı ki. Şaşkınlıkla sevincim birbirine karıştı.

Birbirimizin yüreğine dokunabilmiş olmak mutlu etti. Birçok hayat içerisinde güzel anılar biriktirmekte.

Gelen cevaplar sayesinde hayatımda özel yerler edinmiş insanlara bende birer cevap yazıp, duygularımı ifade etme şansı yakalamış oldum.

Ve bir şeyi de burada fark ettim.

Biri bize sormadan iyi dileklerimizi, güzel sözlerimizi, o kişi hakkındaki güzel anları anlatmıyoruz.

Belki sürekli bir aradayız, bir şeyleri paylaşıyoruz ama dile getirmiyoruz.

Birine iyi ki varsın demek için hep bekliyoruz.

Neyi bekliyoruz? Neden bekliyoruz? Bilmiyorum ama bekliyoruz, geçiştiriyoruz.

Ama önemli olanın o sormadan dile getirilmesi, karşındakini ufak tebessümlerle mutlu etmek olduğunu da biliyoruz. Ama yapmıyoruz.

Ne zaman bu kadar bencil olduk, ne zaman bu kadar umursamaz olduk onu da sorgulamıyoruz tabi ki.

Sadece anı yaşayarak geçip gidiyor zaman. Anılar birikiyor ama bir köşede beklemeye bırakılıyor.

Ve biri sormadan anlatılmıyor.

Belki de artık bir yerden başlamalı.

‘’Yarın çok geç olmakla meşhurdur’’ demiş Nuri Pakdil.

O zaman yarın olmadan hemen şimdi…

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page