top of page

BİR KİTAP VE BİR KAHVE

Yorgun argın çıktı ofisin kapısından...

Bütün gün nefes almadan çalışmış, yerinden kalkmaya fırsatı bile olmamıştı ve hala yapması gereken bir dolu iş varken mesai saati bitmişti.

Gözlerinin yandığını hissetti.

''Bilgisayar ekranına bakmaktan'' diye geçirdi içinden. Elini montunun cebine attı ve turnike kartını çıkardı.

O anda telefonunu masada unuttuğunu hatırladı. Bütün gün gelen hiç bir çağrıya, mesaja bakma fırsatının olmadığını da böylelikle anımsadı.

İsteksizce bastı asansör düğmesine. Gözünde büyüdü bir anda, asansörle de olsa beş katı çıkmak.

Kendi kendine de içten içe kızdı dalgınlığına. Telefonu alıp hızlıca çıktı, kimse kalmamıştı binada.

Herkes mesai saatinin bitimini son dakikalarda sabırsızlıkla beklediği için hızlıca boşalmıştı bina.

Telefonda on beş cevapsız arama ve sayısız mesaj bekliyordu. Cevapsız çağrıları hızlıca göz gezdirdi, kafasında acil dönüş yapması gerekenleri sıraladı. Annesini aradı önce, günün kısa bir özetini geçti.

- Yemek yemeyi ihmal etme, havalarda iyice soğudu sıkı giyiniyorsun değil mi? Bak merakta bırakma beni sözlerine karşılık olarak,

''Anne çocuk değilim ben artık'' diye serzenişte bulunsa da hepsini yapacağına dair söz vermeden kapatamadı telefonu.

Dışarı çıkınca yüzüne vuran soğuk hava ile annesinin yine haklı olduğunu bir kez daha anlayıp yüzünde oluşan tebessüme engel olamadı.

Metrobüse yürümek için adımlarını hızlandırdı. ‘’Tam da iş çıkış saati, yine çok kalabalıktır’’ diye de söylenmeye başladı.

Alt geçide girebilmek için epey sıra bekledi. Kalabalık buradan başlıyordu. Nihayet metrobüs tabelası görülmüştü.

Tabelanın sağ tarafında metrobüs yazarken sol tabelada alışveriş merkezi yazıyordu.

Metrobüs için bekleyeceği sırayı düşününce sol tarafa yöneldi. Hem annesine verdiği söz de vardı önce bir şeyler atıştırmalıydı.

Alışveriş merkezine girince uzun süredir kendisi için bir şeyler yapmadığını fark etti.

Kitaplarda %30 indirim afişi dikkatini çekti. Mağazadan içeri girdi. Renk renk kapakları ile okuyucu ile buluşmayı bekleyen kitapları görünce içini bir sevinç kapladı.

Her gece uyumadan önce en az bir saat okuduğu kitaplar, Annesinin ''hadi geç oldu yat artık''dediği günler geldi gözünün önüne.

Anılara dalmışken birden bir sesle irkildi.

-Yazık ediyorlar bu kitaplara, bu kadar çok sayfa olur mu bir kitap?

Sesin geldiği yöne doğru dönünce yaşlı bir teyzenin elinde tutuğu kitaba serzenişte bulunduğunu gördü.

Gülümsedi ve yanına gitti.

-Hayırdır teyzecim bir sorun mu var? dedi

-Teyze anlatmaya başladı hemen, 77 yaşındayım ben bu ağırlıktaki bir kitabı alıp ta sandalyeme oturana kadar ohoo ne kadar zaman geçer. Eskiden böylemiydi? İnce ama anlam doluydu kitaplar diyerek bir kıyaslama da yaptı hemen oracıkta.

-Edebiyat öğretmeniyim ben dedi teyze, hey gidi günler diye daldı gözleri uzaklara.

Hayretle izliyordu teyzeyi, belli ki anlatacak çok şeyi vardı.

-Seçtiğimiz kitapları alıp, birer kahve içer miyiz? diye sordu.

Hoşuna gitmişti teyzenin bu teklif belli ki anlatacağı epey hikayesi vardı.

Kitaplarını alıp geçtiler kafeye...

Birer kahve ve atıştırmalık bir şeyler sipariş ettikten sonra dinlemeye koyuldu teyzeyi.

Uzun zamandır anlatmaya, konuşmaya hasretmiş gibi hızlı hızlı anlatmaya başladı teyze.

Yıllar önce dedi Çanakkale’ye öğretmen olarak atandığımda sen yaşlarındaydım.

Altı kişi atandık ve ben eşimle ilk gün ne yapacağını bilemez o altı kişilik öğretmen grubu içinde tanıştım. Güzel günlerimiz oldu. Severek evlendik. Bir de kızımız oldu. Yıllar birbirini kovaladı. Mutluyduk aslında, ta ki eşim bir trafik kazası geçirip ağır yaralanana kadar.

O günleri tekrardan yaşıyormuş gibiydi teyze. Öyle içtenlikle anlatıyordu ki hayranlıkla dinlememek elde değildi.

-Trafik kazası mı? Bir şey oldu mu? Peki dedi

Devam etti anlatmaya teyze.

-Hem de neler oldu neler? Günlerce yoğun bakımın kapısında bekledik kızımla. Yoğun bir tedavi sonrasında kurtuldu çok şükür. Aylar sonra evimize döndüğümüzde eşimden eser yoktu. Fiziksel olarak bir şeyi yoktu ama aldığı yoğun ilaçlar sonrası bambaşka bir adama dönüşmüştü.

Sürekli agresif halleri, her şeye sinirlenmeleri…

Geçer dedik, ama geçmedi.

Günlerce eve gelmediği, gelince de sürekli kavga çıkardığı huzursuz günlerimiz olmaya başlamıştı. Okula da gelmiyordu.

Nerelerdesin? Diye sorduğumda bir cevap alamıyordum. Bundan sonrası hep tek başına hayatla mücadele savaşına dönüşmüştü benim için. Kızımla beraber bir hayat kurmuş yaşamaya çalışıyorduk. Günler, aylar geçiyordu. Bir çok anısı oldu kızımın babasız. Babanın yerini doldurmaya çalışmakta ayrı bir yüktü.

Kızımın mezuniyet töreninde Avukat olmasının sevincini tek başıma yaşıyor olmam çok acıydı. Bir süre haber alamadık kendisinden ve bir gün eve bir tebligat geldi. Boşanma davası tebligatı.

Gözleri dolu dolu olmuş, anlatırken yutkunmaya başlamıştı. Sonra derinden bir oh çekerek,

-İşin ilginç yanı da ne biliyor musun? Dedi

Kızımın ilk davası annesi ile babasının boşanma davası oldu.

Ne diyeceğini nasıl yorum yapacağını bilemeden öylece baktı teyzenin yüzüne…

-Çok şey yaşamışsınız diyebildi sadece.

-Hem de çok dedi teyze.

Bundan sonrasında kahvelerini sessizlik içinde içerek kalktılar.

Metrobüse yönelirken bir kitap almak için uğradığı kitapçıdan elinde kitaplara konu olacak bir hayat hikayesi ile geri dönüyor olmasına şaşırdı.

- Bir kitap ve bir kahve dedi kendi kendine tüm yorgunluğumu telaşımı unutturdu.

Hala teyzenin anlattıklarının etkisindeydi….




5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

"YARIN ÇOK GEÇ OLMAKLA MEŞHURDUR..."

Birkaç gün önce sosyal medyada gezinirken bir arkadaşımın bir paylaşımına denk geldim. Siyah zemin üzerine beyaz puntolarla yazılmış uzunca bir yazı. Dikkatimi çekti. Sonuna kadar okuma isteği oluştu

bottom of page